Friday, July 5, 2013

Tarih Kokan Çarşı :Mısır Çarşısı


Mısır Çarşısı

Ana Kapı
Çeşit çeşit baharatların, kurutulmuş meyvaların, çiçek tohumlarının, nadir bulunan bitki ve kök kabuklarının , hatta  otantik süs eşayalarının satıldığı tarihi mısır çarşısı ile  yine büyülendim.

Mısır Çarşısı, Mekan İstanbul’un en eski kapalı çarşılarından biri olup, Eminönü’nde Yeni Cami’nin arkasında ve çiçek pazarının hemen yanındadır.  Adını  zamanında Mısır’dan alınan vergilerle toplanan para ile inşa edilmiş olduğu için Mısır Çarşısı olduğu biliniyor.  Toplam altı kapısı olan çarşının , üst katında zamanında mahkeme salonu bulunuyormuş. Günün her zamanı çoğunluğu yabancı olan turist akınınına uğrayan, istanbullu’nun her çeşit baharatı bulmak için uğradığı gözde bir mekan burası.

Çarşının ana kapısından içeri girdiğinizde ışıl ışıl yanan lambaların altında renk cümbüşü yaşatan baharatların manzarası; ingilizce, arapça, fransızca lisanlarıyla müşteri kapmaya çalışan çarşı esnafının nidaları ile taçlanıyor. İçeri adım atmaya başladığınız anda binbir çeşit baharat kokuları eşliğinde iğne atsanız yere düşmeyecek denli kalabalıkla birlikte ahenkle ilerlersiniz. Tarihi sarkıt avizelerden yayılan ışık hüzmeleri, dükkanların pasparlak ışıklarıyla hasbihal olmuş,  yüzlerce yıllık yaşanmışlığı bulunan mekanı aydınlatmada cömert davranıyor.
Çarşının ana kapısından dümdüz ilerleyip karşı kapıdan çıktığınızda ise, kat kat daha kalabalık olan sıkı pazarlıkçıların alışveriş mekanı olan  tahtakale karşılar. İncik boncuktan çeyiz eşlayalarına, giyim kuşam da döşemelik kumaşa kadar aklınıza gelebilecek envai çeşit ürünün bir arada bulunduğu , semtin dar sokaklarında alıcı bulduğu  ; neredeyse herşeyin toptan fiyatına perakende satış fiyatı ile satıldığı cıvıl cıvıl bir mekan…  (Tahtakale’yi ayrıca başka bir
yazıda ele alacağım. ) Mısır Çarşısının tam orta yerine geldiğinizde sağ koldaki kapının çıkışında;  önünde onlarca kişinin taze çekilmiş kahve almak için tesbih tanesi gibi sırada beklediği; Eski İstanbul Kahvahanelerinin tarihi kahvesi “ Kuru Kahvesi Mehmet Efendi” nin dükkanını  görürsünüz. İşte ta ordan çarşının içine yayılan taze kahve kokusu baharatları kokusunu bastırır gibi olsa da, lokum ve şekerlemelerin bulunduğu tezgahlar dikkatinizi yeniden çarşının cıvıl cıvıl dükkanlarına çekerek çarşının dışına çıkmanızı zorlaştırır.  
  
Eminönü’ne geçtiğim zamanlarda şayet biraz vaktim varsa , çarşıyı gezer, Kuru Kahveci Mehmet Efendi’ye uğrayıp taze kahvemi alıp evin yolunu öyle tutarım. Şayate hiç fırsatınız 

Thursday, July 4, 2013

Zaman Yolcusu Hızır


Zaman Yolcusu Hızır
Biz insanlar zamanı psikolojik olarak algılıyoruz . Bilim dünyası ; Einstein’in izafiyet teorisini keşfinden bu yana,  4 boyutlu bir evrende yaşadığımızı ve 4. boyutun da zaman olduğu konusunda  hemfikir : Paralel evrenler ve daha karmaşık evrenlere yolculuk mümkün olabilir !
Çevrenizdeki insanların aile  geçmişlerinde deneyimlemiş oldukları Hızır Hikayeleri duymuşsunuzdur belki de..  
Ne zaman bir sıkıntı içine girilse bir yabancı gelerek durumu olumu yönde iyileştirir ve sonra ortadan kayboluveriyor. İşte kendi dilimizde de yerleşen “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” deyişi Hızır’a yüklenmiş bu misyondandır. Peki kimdir bu Hızır ? Nerdedir, Nerelerde yaşar, ins midir cin midir ?  Yazar tüm bu soruların cevapları için Kuranı Kerim’in  Kehf süresi ‘ndeki ayetlerden yola çıkılarak bir yorum getirmiş.. Doğurusu fizik yasalarından az da olsa anlayan biri olarak okuduklarımı şaşırtıcı bulmadım değil. Zülkarneyn, Kutsal Sandık, Hızır, Yedi Uyuyanlar, güneşin batıdan doğması gibi “acayip “ durumları nasıl değerlendirilmesi gerektiği yalın bir biçimde anlatılmış.
Günümüzde de  zamanda yolculuk fikri biliminsanlarınca teorik olarak mümkün olduğu konusunda hemfikir, hatta bu konuda solucan delikleri denilen Einstein-Rosen Köprüsü ile doğrusal olarak algıladığımız zamanın şimdiki andan sonra ki dilimlere yolculuk etmenin mümkün olduğu söyleniyor. Yani geçmişe yolculuğun bir paradoks olacağını, geleceğe gitmenin mevcut olasılıkları değiştirmeyeceği için mümkün olduğunuz savunuyor bilim insanları. Peki Hızır nereden gelmiştir ? Geçmişten mi , gelecekten mi ? Peki bunu Hızır hangi araçları kullanarak yapıyor olabilir ? Peki bunu Hızır yapabiliyorsa ve gelecekte böyle bir teknolojiye sahip olabilecek  başka kişiler de yapabilir mi ?
Yazar tüm bu soruların yanıtlarını da ardı ardına veriyor, gizemli ayetlerin de izini sürerek.
Bu kitabını okuduktan sonra yazarın diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. 

Wednesday, July 3, 2013

Uçurtma Deyip Geçmeyin


Uçurtma

Uçurtma deyip geçmeyin. Gökyüzünü süsleyen rengarenk uçurtmalar, aslında geçmişte bir çok amaca hizmet etmiş. 

Mesela İ.Ö  1000 civarında,  Çin' de askeri haberleşme yöntemi olarak ortaya çıkan uçurtma;  renkleri, boyalı desenleri ve uçuş manevraları vasıtasıyla, yakındaki birlikler tarafından şifre olarak kullanılmıştır.  
Askeri birlikler; uçurtmanın yönüne göre hareket tarzı geiştiriyorlardı. Hanlık döneminde uçurtmalar bambu çubuklarla yapılıyor ve düşmanın üzerinden uçurulurken korkunç bir ıslık sesi çıkarıyorlarmış.  Bu sesle düşman üzerinde psikolojik baskı oluşturmayı amaçlıyorlardı.
Çinliler bambu ve kağıttan  düşmanı gözetleyecek kadar  kişiyi havada tutabilen  büyük ve hafif uçurtlamar yaptı. Tabi bu görevi yerine getirirken kaç kişinin öldüğü de bilinmiyormuş...

Kırk Yılın Hatırı : Bir Fincan Kahve


Kahve...

Anavatanı  olan Etiyopya’da “mucize meyva” olarak bilinmiş ve zamanında hastalıkları iyileştirmede faydası olduğu görülmüştür.. 
Yeryüyüzünde kimsenin ömrünün vefa edemeyeceği kadar uzun yolcukluklara çıkmış bir seyyahtır kahve..

Türk Kahvesi
Şu anda tüm dünyada kimilerinin günü karşılama biçimi, kimisinin arkadaş sohbetine eşlik eden harika bir içecek, kimilerinin ise çalışırken mutlaka bir kaç yudum aldığı mucize bir içecek olan kahve , anavatanı olan Etiyopya’dan  önce Habeşistan’a  oradan da tüm arap yarım adasına yayılmıştır.  Bizim topraklarımıza da  1517’de (Yavuz Sultan Selim zamanında) Yemen valisi tarafından çok beğenildiği için İstanbul’a getirilmiştir.   Saray mutfağında o kadar çok itibar görmüş ki “kahvecibaşı” adında bir de görevli  bile tahsis edilmiştir sarayda.. 

Fatih Sultan Mehmet zamanında ise hakkında sağlığa zarar vermediğine ve yayarlı olduğuna dair fetvalar verilmiş olan kahve   evlere girdiğinde sadece özel misafirlere sunulan bir ikram olmuş.. Annemin anlattığına göre gençlik  zamanlarında kahve tavada kavrulduktan sonra dibeklerde dövüldükten sonra cezvede pişirilecek hale getiriliyordu.. Tabi  ağır ağır bakır cezvede pişirirlermiş, Şimdi her ne kadar hazır kahve makinaları kahve pişirmeyi pratikleştirse de  bakır cezvede köz üzerinde  ağır ağır pişen kahvenin tadını hiçbir şeye değişmem..  

Kadıköy’de balıkçılar çarşısında bulunan Fazıl Bey’in Türk Kahvesi ‘ni önerebilirim; türk kahvesinin hakkını orda veriyorlar.  Kahve mekanlarından söz etmişken Pier Loti’yi de unutmamak lazım. Altın Boynuz’un manzarasına bakarak  İstanbul türküleri ile dinlemek lazım Haliçi.. İstanbul’daki ilk kahvehaneyi haliyle  araplar taradından tahtakalede açmışlar.. Kahve halk tarafınan sevilmeye başlandıkça evlere girmiş, dükkanlarda satılır olmuş ve kahvehanelerin sayısı artmış..  Tabi sunu söylemeden geçemiyeceğim, o zamanın kahvehaneleri şimdikinin tam aksine insanlar bir araya gelip toplumun önemli mevzualarını, sorunlarını ve çözümlerini ürettikleri ; fikirlerini paylaştıkları sosyal mekanlar olarak kullanılmıştır..  Kahvehanelerde memleket meseleleri konuşulur olsun bu arada   istanbulu ziyaret eden Venedikli tacirler uğradıkları kahvehanede  içtikleri kahveyi çok beğenilmiş olacaklarki, 1517’de İstanbula gelen kahve buradan 1615’te bu tacirler tarafından Avrupa’ya yayılmıştır.  Bilinenin çok aksine kahve  içmek bir avrupai bir alışkanlık değil aslında bir arap kültürüdür..
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılınca da hakkında pek çok rivayetler edilmiş kahvenin.. Mesela Anadolu’da  kahve içildikten sonra tabağı üzerine ters çevrilip soğumasını beklenir  sonra da  “falcı” fincan sahibine fincanın telvesindeden “fala inanma ama falsız da kalma” diyerek  falını okur.. Bir rivayete göre Süleyman Peygamber uğradığı şehirlerden birinde ciddi ama bilinmeyen bir salgın olduğunu görünce vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla Yemen’dn gelen kahve çekirdiklerini kavurarak hazırldığı içeceği hastalara verri ve iyileşmelerine sebep olmuş..

Bu arada  tüm dünyaya yayılan kahveler arasında telvesiyle birlikte içilen tek kahve türk kahvesidir.  Mırra’yı da unutmamak lazım;  Şanlıurfa’da bir kaç kez ısıtılarak içilen sert kahvedir mırra. Yöresel tatlara değinmişken çedene kahvesi veya menegiç kahvesini de unutmamak lazım gelir ki  adı kahve olsa da  içinde aslında kahve çekirdeği olmayıp yabani antep fıstığı, çitlembik, sakız ağacı ve çıtçıt çekirdeklerinin bulunduğu özel bir karışımdan hazırlanıyor..  oldukça yağlı ve macun kıvamında olan bu karışım türk kahvesi gibi suyla pişirildiği gibi sütle pişirmenizi öneririm..
Kahve Etiyopya, Yemen, Istanbul, Avrupa yolculuğunu ardından dünyaya hızla yayılır kahve zincirleri kurulur.. Mesela bu  kahvelerden espresso makine ile hazırlanan koyu kavrulmuş İtalya’ya özgü bir kahve hazırlama ve sunum türüdür. Latte espressoya  az köpürtülmüş sütün ilave edilmesiyle hazırlanan daha yumuşak içimli kahvedir. Cappucino espresso ve su buharı ile köpük haline getirilmiş süt karışımıdır; Mocha şeker ilave edilmiş latte ‘dir. Filtre kahve ise filtre kağıdı üzerinden geçirilerek demlenmiş  bir kahve çeşididir.  Ben de türk kahvesinden sonraki ikinci tercihimi yumuşak içimli  olduğu için mocha’dan yana yapıyorum. Tabi kahveyi sunmanın da içiminin de ait oldukları kültürün de etkisi yok değil. Mesela çok acı olan arap kahvesi için “ kahvenin kahve olabilmesi için aşk gibi değil, ölüm gibi acı olması gerekir” diye bir arap atasözü varken,  kolombiyalılar “ kahveyi gece kadar siyah, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin”  diye kahve içim ve sunumuna ait kendilerine has tarzlarıına dikkat çekmişler..

Biz Türkler ise "Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane" deyip dost sohbetlerimize tanıklık ettiği için kahve içimini ve sunumunu özel bir yere koyuyoruz.. Damat adayı beğendiği kızı istemeye geldiğinde kendisine ve ailesinekahve ikram edilir; yemeklerden sonra misafirlere yapılan kahve ikramıyla sohbet koyulaştırılır.. Komşuluk ilşikileri bir fincan kahveyle pekiştirilir. Türkiye'yi ziyaret eden turistlere kahveyi mutlaka lokumla ikram edilir.  En keyifli sohbetler kahve ile yapılır, en  büyük acılar  dostla içilen acı bir kahveyle   hafifler, e “bir fincan kahvenin kırkı yıl hatırı var diye” boşuna söylememiş atalarımız.. 

Tuesday, July 2, 2013

Merhaba Üzümün Çöpü

Uzun zaman önce açtığım bu bloga dönmek şimdiye nasipmiş meğer.  Daha önce farklı alan adlarında dışardan hosting ve namserver hizmeti alarak yürttüyordum bu işi.  Ücretli olması, profesyonel bir görüntü sergilemesi, e- mail kotası vermesi gibi nedenlerle kullanıyordum özel hosting ve name server ları. Tabi ftp dosya yüklemeleri de yapabilmek de cabası..

Aslında ihtiyacım olan profesyonel bir siteden daha çok, düşündüklerimi paylaşacağım bir blogmuş. Sonra da yıllar önce bir arkadaşımın, beni tanıştırdığı bu blogu hatırladım.  Google 'ın e posta hizmetini kullandığım için, zaten blogum da bu hesaba bağlıymış.  Neyse girip ne var ne yok blogger da diye, bir baktım ki blogger işi baya ilerletmiş.  Kolay kullanılabilen yönetici paneli, neredeyse wordpress şablonlarını aratmayacak kadar geniş bir şablon template yelpazesi de  sunması;   yönetici panelinin kullanım rahatlığı beni hemen cezbetti. Google farkı işte ne diyeyim...

Tabi blogger'da gördüğüm yenlikleri birşeyler paylaştıkça ve kullandıkça paylaşmaya devam edeceğim.  Bakalım diğer beklentilerimi de karşılayacak mı ? Zaman gösterecek.

Şimdilik bloguma merhaba diyorum ve geri dönmek üzere ayrılıyorum.